Çok takdir ettiğim, bir o kadar da saygı duyduğum Ali Taran'dan, ev/ofis sistemine geçtiğini belirten, yılların reklamcılığı kokan, alabilene enfes tavsiyelerde bulunan bir nevi veda yazısı..
Kendi açımdan, şu an itibariyle reklamcılığın tarihinin bile değişebileceğini düşünmüyor değilim..Enfes yaklaşım, büyük cesaret..
VEDA ZAMANI
35 yıldır reklamcılık, bir başka deyişle reklam ajansçılığı yapıyorum.
Biraz ince hesap yapınca 38 yıl gibi görünüyor ama, arada askerlik var, şişme salon var, demek 35 yıl gerçeğe yakın bir süre.
Evet doğrudur, bazen yoruldum. Bazen kırıldım. Bazen kızdım. Bazen küstüm.
Ama hiç bıkmadım. Hiç sıkılmadım. Hiç şikayet etmedim. Ayaklarım hiç geri geri gitmedi reklamcılıktan, belki, yaratıcılıktan demek daha doğru.
Bu, ‘yaratıcı/yaratıcılık’ sözcüğüne bazıları takılır, ‘yaratıcılık Allah’a mahsustur’ diyerekten.
Hayır efendim. Bilenlerden duydum ‘Allah’ın bütün vasıfları kulda da var, ama, kul kadar!’
Hamdolsun, bu ülkede reklamcı + yaratıcı + dahi + dürüst denildiğinde, adı her zaman akla gelen 0 - 5 kişiden biri oldum.
Hoş, reklamcı + zor + pahalı + paragöz + geçimsiz denildiğinde de adı her zaman akla gelen
0 – 1 kişiden biri de oldum ama ona da eyvallah.
Yıllar boyu, hakkımda duyduğum ‘çoğu şişirme, uydurma, türetme, yapıştırma, sallama, gazlama, üfürme, köpürtme fıkracıklar, hikayecikler, masalcıklar’ reklamcılıkla ve yaratıcılıkla aramı açmadı. Açamadı.
35 yıl her gün evden ajansa gittim, her gün ajanstan eve geldim. Gün hesabına vursak ne çıkar kim bilir.
Bu 35 yılın 1973’ünde Burçak doğdu. 1990’ında Kuzey doğdu. Allah Razı Olsun.
1986’sında Babam Selahattin göçtü. 1995’inde Annem Bedia göçtü. Allah Rahmet Eylesin.
Meslek büyüklerimin bazılarını saygıyla, bazılarını Rahmet’le anmadan asla geçmem. Hepsinden öğrendim. Hepsi ‘reklam ajansçılığı’nı kendi tarzlarına göre yorumlayarak uyguladıklarından, bana da yıllar içerisinde, kendi tarzımı oluşturacak bir temel kazandırdılar. Hepsine şükranlarım var.
35 yılın her döneminde, bulunduğum ajansa ‘en erken gelen kişi*’ hep ben oldum.
Bunun nedeni, Kadıköy’de yaşadığım yıllarda, trafikten kaçmaktı. Sabah 06.00 – 06.30 gibi ajansa gelir, 08.30’a kadar derin çalışır, ajanstaki arkadaşlar geldiklerinde, ben ‘yaratıcılık günümü’ çoktan tamamlamış olurdum.
1974 yılında, 20 ay süren askerlik döneminde, erken güne başlama konusunda ihtisas yapma imkanını buldum.
Alışkanlık oldu, derken huy oldu, derken adet oldu, derken disiplin oldu, derken kanun oldu,
35 yılı aşkın, her gün ajansa 06.00 – 07.00 arası geldim.
Ama hiç kapıda kalmadım. (Demek benden önce gelen biri ya da birileri hep vardı mıydı yoksa?*.)
Ajansa gelişini anladık da, ya ajanstan gidişin? diye soranlara kısa bilgi olsun için söylüyorum, 17.30 ya da mevsimine göre 18.30 oldu mu ajanstan hep çıktım.
Kendim de çıktım, arkadaşlarımı da çıkarttım.
30 – 35 yıldır, gece geç çalışmamız toplam 37 saati, hafta sonu çalışmamız toplam 54 saati geçmemiştir. Benim için de, arkadaşlarım için de.
Devamsızlığım da, olsa olsa metoduyla hesaplandığında, 35 yılda, 33 - 49 gün falan eder.
Demek, iş ve özel, hayatımın 35 yıldan fazlasını ki bu bütün hayatımın koskocaman bir bölümü eder, ajansta ve ajanslarda geçirdim. Önceleri daktilo başında, sonraları bilgisayar başında. Ama hep ajansta, hep işin başında.
Artık veda zamanı geldi.
Geç bile kaldım sayılır.
Ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum.
Hiçbirini özleyeceğimi de sanmıyorum.
Hepsinin yolu açık olsun. Hepsine hakkımı helal ediyorum.
Allahaısmarladık ajansçılık. Sana uğurlar olsun, ben taptaze, yepyeni, bembeyaz bir sayfa açıyorum hayatımda inşallah.
Hoşça kal.
ATCW yani Ali Taran Creative Workshop’ımı ATCW HomeOffice sistemine geçiriyorum. Türkçeleştirmeye kalkışırsak, ATCW EvOfis denilebilir.
Tam 6 aydır, denemesini yapıyoruz. Sonuç, ummadığınız kadar heyecan ve ümit verici.
Tüm çalışanlar, mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerlerde bulunuyorlar. Bir Videofon, bir BlackBerry, bir Laptop, bir Desktop, bir Scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında.
İstanbul dışına çıkmak isteyen 7 gün önceden, yurt dışına çıkmak isteyen 15 gün önceden bildiriyor, onay istiyor.
Görev konumu uygunsa, ister Marmaris’e gider, ister Erbaa’ya gider, ister Londra’ya gider, ister İstanbul’da kalır, ister New York’a gider. Hatta gitmekle kalmaz yerleşir, kendi bileceği iştir.
Konuşma yok, yazışma var. Yazışma bol cc’li, bcc zorunlu olmadıkça kullanılmıyor.
Kampanya, senaryo, taslak, strateji, konu neyse ne, tartışma, fikirleşme ve de müşteriyle görüşme hatta sunum bile İnternet üzerinden e sunum olarak yapılıyor.
E sunum yüz yüze sunumun süslü püslü olmayan hali. ‘Fikir’ varsa süsünü püsünü kimse aramıyor zaten?
Mesela filmi kim mi anlatıyor e sunumda? Yazılışın kendisi anlatıyor. Filmin StoryBoard’u çizilmiyor artık, filmin Story’si yazılıyor. ‘Canlandırmalı Hikaye’si de denilebilir.
Bir ATCW ShowOffice var. Türkçesi ATCW ShowOfis. Aslında 500 m² bir toplantı salonu.
Bize ait. Müşteriyle ya da kendi içimizde mutlaka görüşmek gerektiğinde, gerekli kişiler, belirli süreler için oraya gidiyor. Orada sürekli yalnızca 2 sekreter bulunuyor, 2 de özel kurye.
Müşterinin ofisine mi gitmek gerekiyor, gerekli kişiler o gün o saatte oradayız. Müşteriyi ATCW ShowOfis’e mi davet ettik, o gün o saatte oradayız.
ATCW Server ve ATCW Santral bünye dışında, kiralanmış, yeterli bir kapasite.
Bir bakmışsınız, işler çoğalmış, ATCW olmuş 250 kişi, bir bakmışsınız işler azalmış,
ATCW olmuş 25 kişi.
Sığdık sığmadık yer sorunu yok.
Çay, kahve, gazoz, ayran, servis sorunu yok.
Bizde pek olmasa da, brain storming adı altında, gevezelikler, uçmalar kaçmalar,
‘yüksek sesle düşünüyorum’lar, ‘atıyorum’la başlayan atmalar, evelemeler gevelemeler tarih oldu.
Kıyafeti kötüymüş, ayakları ojesizmiş, saçları berbatmış, ayakkabısı ne biçimmiş, tıraş olmamış, saçını taramamış, gürültülü yürümüş, alçak sesle konuşmuş, yüksek sesle konuşmuş, niye konuşmuş, niye konuşmamış, çok yemiş, az yemiş, nerede kalmış, neden gecikmiş, kim gelmiş, kime gelmiş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde diye başlayıp anlatılacak tatlı birer anıcık oldu hepsi.
Ne zaman mı bu sisteme %100 geçiş yapmış olacağız?
Kasım 2008. Bu yıl.
Nereden mi aklımıza geldi bu ATCW HomeOffice işi?
Hani ATCW BoatOffice uygulaması yaptık ya Mayıs’tan Ağostos’a kadar. Baktık, verim arttı,
hız arttı, zaman arttı.
Sonra biraz konuştuk aramızda.
Dedim ki arkadaşlara, ‘Diyelim yıllardır zaten HomeOffice sistemi varmış ve biz de herkes gibi bu sistemle çalışırmışız. Bir gün ben gelip sizlere diyorum ki, arkadaşlar yakın bir tarihte yeni bir sisteme geçiyoruz. Bir işyerimiz olacak, buraya kısaca ajans diyeceğiz, ve artık her gün, hepimiz ajansa geleceğiz ve sabah 08.30 ile akşam 17.30 arası ajansta birlikte bulunacağız. Öğlen de 1 saat yemek molamız olacak.’
‘Ne derdiniz bana?’
‘Yanlış anlamadıysak, siz bizim, sabah saat 06.00 gibi yola çıkıp, yaz kış bakmadan, saatlerce yol tepip, yol parası, benzin parası, köprü parası -hadi diyelim o farkı maaşlara ilave edersiniz- verip saat 08.30’da iş yerinde yani ajans dediğiniz yerde olmamızı, akşam da yine aynı eziyet, kasvet, boğuşma eve dönmemizi istediğinizi mi söylüyorsunuz? demez miydiniz?’ dedim.
‘Derdik’ dediler.
Ben de size ‘Evet aynen öyle’ demez miydim?
O zaman siz ‘Tamam da Ali Paşa, bunun nedenini öğrenebilir miyiz? demez miydiniz?’ dedim.
‘Derdik’ dediler.
Peki ben bu soruya ancak ne cevap verirdim dedim, galiba ‘E yüzünüzü bir görmeyeyim mi arkadaşlar?!’ derdim, ‘Başkaca mantıklı bir cevap bulamıyorum inanın’ dedim.
ATCW HomeOffice Vatan’a Millet’e hayırlı olsun inşallah.
Ali Taran
ATCW HomeOffice
Philadelphia
Eylül 2008
(Teşekkürler bigumigu)